MUKADDERAT


Merhaba değerli okuyucum;
Bugün sana bahsedeceğim konu başlıktan da anladığın gibi ''mukadderat'' kelimesi. Bu anlamı da söylenişi kadar güzel olan kelimemizin manasını ise ''meydana gelmesi kaçınılmaz olan şeyler. Yazgı, kader.'' şeklinde açıklayabiliriz. Geçenlerde annem aradı ve yazılarımın benimle hiç bir ilgisinin olmadığını söyleyince bende bunun gerçekliğini fark ettim. Bazen öyle karamsar öyle umutsuz bir hale bürünüyordum ki bloğuma girip kendi yazılarımı okuyarak kendime teselli vermeye başlar oldum. Eminim ki bu sana da oluyordur. Hiç bir neden yokken hayatın gayet düzgün bir haldeyken ve kafanı takacağın hiç bir dert yokken birden hayattan bıkarsın. Yatağına girdiğinde derin bir uykuya dalıp bir on seneni falan uyuyarak geçirmek istersin. Bunun nedenini ise bir tanıdığım şu şekilde anlatmıştı. Allah verirmiş içindeki o nedeni bilinmeyen sıkıntıyı. Dünyaya dalıp da onu unutmayasın diye. Çünkü biz bir tek başımız sıkıştığında getiririz aklımıza duayı. İşlerimiz yoluna girsin ya da çok istediğimiz bir şey gerçekleşsin diye. Bu yüzden sen ne zaman dünyaya dalıp da Allah'ı unutursan bil ki başlayacak yakın zamanda içindeki nedensiz sıkıntı. Nedensiz değil aslında o, sadece sen öyle görüyorsun. Allah'ı unutma diye verilen bir ruh hali o sana. Ve şöyle bir düşünüyorum da gerçekten her şeyin yolunda gittiği vakitlerde gelip oturuveriyor kalbimin tam ortasına o hüzün. Bu hüznün geçmesi ise ettiğin duaya ve Yaradanı yeniden hatırlamana bağlı olacak. Ben denedim sıra sen de :) Her neyse bugün bahsedeceğim kelimeyle ilgili bir yakınımın başına gelen olayı anlatmak istiyorum. Selma teyzenin bir komşusunun başına gelmiş. Ve kadın göz yaşları içinde anlatmış başından geçen talihsiz olayı. Bende Selma teyze anlatmayı bitirince çok üzülmüştüm. Ama ''mukadderat'' öyle bir şey ki silinmiyor maalesef acı verse de. Selma teyze başladı anlatmaya; Komşusunun adı Zehra.  Zehra teyzenin bir oğlu varmış Hasan diye. Bursa'nın bir köyünde yaşıyorlar. Hasan ilk sene çok çalışmasına rağmen oldukça yüksek bir puan alsa da  istediği tıp bölümüne giremiyor ve bir sene daha hazırlanmaya karar veriyor. Bu sefer tıpı kazansa da farklı şehirde bir okula gitmek zorunda kalıyor. Genede çocukluk hayallerini gerçekleştirdiği için çok mutlu oluyor kendisi ve bir o kadar da ailesi tabi ki. Günler aylar geçiyor Hasan okula başlamış ve hafta sonu için ailesinin yanına gitmek için hazırlık yapıyor. Uçak biletini bavulunu hazırlıyor ve yola çıkıyor. Ailesi kapıda onu görünce sevinç gözyaşlarına boğuluyor uzun bir aradan sonra oğullarını gördükleri için. Hafta sonunu çok güzel bir şekilde geçiriyorlar ve Hasan pazar günü akşamına bilet alıyor. Ama daha sonra bir gün daha kalmak istediğini ailesine söyleyip biletinin  tarihini değiştireceğini söylüyor. Zehra teyzenin sanki içine doğmuş olacak ki biletini  değiştirmemesi gerektiğini ve aldığı tarihte gitmesini istediğini söylese de Hasan dinlemiyor. pazartesi gününün sabahına biletini değiştiriyor. Pazar günü akşam arkadaşıyla oldukça koyu bir muhabbetin içine dalmış bir şekilde yolda yürürlerken arkalarından gelen bir şarapnel parçası vücudunun büyük bir kısmını parçalıyor. Ve hemen oracıkta can veriyor. Bunu anlatırken Zehra teyzenin acısı eskisinden de büyük bir şekilde kanatmış olacak ki yüreğini hıçkırarak ağlıyordu. Çok üzülmüştüm. Çünkü evlat acısı hiç bir şeye benzemez diyorlar büyüklerimiz. Sonuçta o senin canından bir parça. Büyütüp yetiştirdin kaç sene ve bir şarapnel parçasıyla ölümüne şahit oluyorsun. Çok düşünmüş sonra Zehra teyze. Ben demiştim diyor gitmesini istemiştim o gün dinleseydi sözümü uçakta olacaktı o saatlerde ölmeyecekti diyor. Ama sonra mukadderat diye bir şey var demiştim kendi kendime. Eceline mani olamazsın ki. Ölüm şekilleri sadece sebep. Eceli geldiyse ya bir şarapnel parçası ya bir uçak kazası. Üzmesin demiştim kendini. Ama tabi ki ne desem boş. Allah yaşatmasın kimseye evlat acısını.

Yorumlar

En Çok Okunanlar